Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanı Numan Kurtulmuş’un yeni anayasa çalışmaları hakkında yaptığı açıklamalar, reform arzusunu dile getirmekle birlikte, içerdikleri çelişkiler ve yüzeysel değerlendirmeler nedeniyle ciddi eleştirileri de beraberinde getiriyor. Kurtulmuş’un hukuk sistemi ve anayasa üzerindeki vurguları, demokratikleşme çabalarının temelini oluşturabilir belki; fakat bu söylemlerin altındaki gerçeklik, daha karamsar bir tablo sunuyor.
Kurtulmuş’un "Türkiye’nin en büyük gücü, devletiyle milletinin bütünleşmesidir" ifadesi, kulağa hoş gelse de, somut bir gerçeklikten yoksundur. Devlet ve millet arasındaki bu bağ, yalnızca hukuki metinlerle sağlanamaz. Göz ardı edilen husus, toplumun içinde bulunduğu sorunlar, adalet arayışı ve demokratik yapıların sorgulanmasıdır. Anayasa, bir ülkenin demokratik değerlerinin en yüksek normu olabilir, lakin bu değerlerin gerçek hayatta nasıl uygulandığı ile ilgili derin sorunlar vardır.
Daha sonra Kurtulmuş'un reform iradesi çağrısı, gündemdeki sorunlara bir panzehir gibi sunuluyor. Fakat, tarihe baktığımızda, demokratik reformların heyecan verici duyurularla sınırlı kaldığı, uygulamaya geçirilemediği gerçeği acı bir şekilde karşımızda duruyor. Anayasa tartışmalarının şeffaflığı, tüm görüşlerin dile getirileceği bir müzakere ortamı talep edilse de, bu alanda geçmişin ağır tecrübeleri beni şüpheye düşürüyor. TBMM’nin toplumsal müzakerelerin zemini olarak öne çıkması, toplumun çeşitli kesimleri arasında kutuplaşmaların önüne geçeceği anlamına gelmiyor.
Kurtulmuş’un "imtiyaz ve istisnaların ortadan kaldırılması" gerektiği konusundaki ifadeleri ise ironik bir görüntü sergiliyor. Zira, ülkedeki siyasi ve ekonomik imtiyazlar, yıllardır varlığını sürdürüyor ve bu durum, demokratik normların erozyona uğramasına neden oluyor. Halihazırda kamu gücünün seçkinlere aktarılması, Kürt sorunu ile ilgili inatçı tavırlar ya da basın özgürlüğü gibi temel insan hakları konularındaki ihlaller, Kurtulmuş’un bu söylemini sorgulatıyor. İmtiyazlar ve istisnalar, sadece anayasa yapılırken gündeme gelen bir kavramsal problem olarak kalmamalı; günümüz Türkiye’sinde yaşanan sıkıntıların kök nedenleri arasında yer alıyor.
Sonuç olarak, Kurtulmuş’un açıklamaları, bir umut ışığı taşımakla birlikte, geçmiş pratiklerle çelişiyor. Yeni bir anayasa arayışının başarılı olması, gerçek bir reform iradesi ve toplumun farklı kesimlerinin hak ve taleplerinin göz ardı edilmeden inşa edilmesiyle mümkün olabilir. Ancak, bu yolda atılan her adım, geçmişten alınacak derslerle dikkatlice atılmalı; yoksa somut bir değişim yerine, basit sözlerden öteye geçemeyen bir söylemle yüz yüze kalırız. Anayasa değişikliklerinin, yalnızca kelimelerde kalmayıp, toplumsal bir dönüşüm için güçlü bir zemin oluşturması gerek. Aksi takdirde, bu çabalar, yıllardır süregelen geçmişin oldukça tartışmalı izlerini silmek bir yana, daha da derinleştirmekten öteye gitmeyecek.