Türkiye, son yıllarda ekonomik buhranlar, enflasyon dalgalanmaları ve zorlu yaşam koşulları ile mücadele ediyor. 2024 yılı itibarıyla net asgari ücretin 17.002 TL olarak belirlenmiş olması, çoğu çalışanın bütçesindeki daralmanın bir yansımasıdır. Ancak, Temmuz 2024’te yine zam yapılmaması, başta asgari ücretle çalışanlar olmak üzere geniş bir kesimi derin bir endişeye sevk etmiştir. Asgari ücretin alım gücünün azaldığı bir dönemde, çalışanların taleplerinin görmezden gelinmesi, ülkenin ekonomik istikrarı için ciddi bir tehdit oluşturmaktadır.
TÜRK-İŞ Genel Başkanı Ergün Atalay'ın 2025 yılı için gündeme getirdiği 29.583 TL’lik asgari ücret talebi, asgari ücrete yapılacak net bir artış talebinin ötesinde, işçilerin yaşam standartlarını koruma isteğinin de bir göstergesidir. Yüzde 74 düzeyindeki bu artış talebi, yoksulluk sınırının 72.524 TL’ye yükselmesi ve açlık sınırının 20.967 TL’ye ulaşmasıyla oldukça mantıklıdır. Ülke genelinde 8,5 milyon çalışanın asgari ücret civarındaki bu yaşam mücadelesi, hükümetin “sıkı para politikaları” adı altında aldığı kararların yıkıcı etkilerini gözler önüne sermektedir.
DİSK-AR raporlarına göre, Türkiye’de özel sektörde çalışan her iki işçiden biri asgari ücret veya asgari ücretin çok az üzerinde bir maaşla geçinmeye çalışıyor. Bu durum, toplumun büyük bir kısmının iş güvencesiz ve yetersiz gelirle yaşamak zorunda kalmasına neden oluyor. Enflasyon verileri, özellikle de TÜİK'in açıkladığı yıllık enflasyon oranlarının yüksekliği, çalışanların yaşam standartlarının her geçen gün daha da gerilediğini ortaya koyuyor. Yüzde 60,45’lik son on iki aylık TÜFE ortalaması ile artış göstermeyen asgari ücret, çalışanları yoksulluğun eşiğine itmektedir.
Hükümetin, sıkı para politikaları doğrultusunda asgari ücrete zam yapılmamasına yönelik kararı, işçi sınıfının haklarını hiçe saymakta ve onların yaşamlarına dair olumsuz etkiler doğurmaktadır. Bu durum, sadece ekonomik bir sorun değil, aynı zamanda sosyal bir meselesidir. İşçilerin geçim koşullarını iyileştirmek ve onları bu tür belirsizliklerden kurtarmak, yalnızca ekonomik büyümeyle değil, aynı zamanda sosyal adaletle de doğru orantılıdır.
Unutulmamalıdır ki, asgari ücret, sadece bir maaş değil, çalışanların yaşamlarını sürdürebilmeleri için bir gerekliliktir. Adaletli bir asgari ücret artışı, sadece işçilerin yaşam kalitesini artırmakla kalmaz, aynı zamanda ekonominin de sürdürülebilirliğini sağlar. Hükümetin, maaşları artırmaktaki temkinli tutumu, özünde toplumun en temel yardıma muhtaç kesimlerine yapılan bir haksızlık olarak algılanmaktadır.
Sonuç olarak, 2025 yılı için yapılacak asgari ücret artışı hususunda hükümete düşen sorumluluk, çalışanların taleplerini göz önünde bulundurmak ve onların yaşam standartlarını yükseltmekten geçmektedir. Enflasyonun rekor seviyelere ulaştığı bir dönemde, asgari ücretin artırılmasının kaçınılmaz olduğu gerçeği, hem ekonomik hem de sosyal bir gerekliliktir. Çalışanlar, adil bir yaşam için hak ettikleri ücret artışını almalı ve geleceğe güvenle bakabilmelidir.